Eski Istanbul Kirmizi.jpg

1700'lerde Haliç'te bir kahve.jpg

1700'lerde Haliç kıyısında bir kahve.

Eski İstanbul'da Kahveler

İlk istanbul kahveleri, devrin zarif insanlarının toplantı yeriydi. Gece veya gündüz, orada oturup konuşulur, sohbet edilir; orada randevu verilir, orada önemli kararlar alınırdı. Sonraları Karagöz ve ortaoyunları ile kahvehanelerin önemi daha da arttı. Halk şairleri ve zamanın sanatçıları için bir gösteri yeri oldu. Şair, bu yüzden:
«Gönül ne kahve ister, ne kahvehane,
Arkadaş ister, kahve bahane.» demiştir.

İLK KAHVEHANELER

İlk kahvehane, 1554 yılında, Kanunî Sultan Süleyman zamanında açılmış, sonra, bir çığ gibi Osmanlı imparatorluğunum çeşitli köşelerine yayılmıştır. Kahve o çağa kadar yalnızca Araplar tarafından biliniyor ve kullanılıyordu. O devirde Araplar, Osmanlı imparatorluğuna bağlıydılar. Sık sık gidip gelen kervanlar, doğunun  bu bilinmeyen lezzetli içkisini de İstanbul'a getirmişti.
Peçevî tarihi, ilk kahvehanenin açılışını şöyle anlatmaktadır:
«1554 yılında, Halepli Hakem ve Suriyeli Şems adında iki kişi, Tahtakale'de birer büyük dükkân açıp kahve satmaya başladılar. Keyif yapmak isteyen bazı zevk ve eğlence düşkünleri, özellikle okur yazar sınıfından bikrçak zarkif kimseler toplanır oldu. Yirmişer, otuzar olarak grup kurur oldrular. Kimi kitap okur, kimi tavla ve satranç oynar, kimi  yeni güfte ve gazeller getirip hünerlerini gösterirlerdi...»
Kahve, halk arasında o kadar büyük ilgi gördü ki, kısa zamanda yerden biter gibi, şehrin çeşitli semtlerinde sayısız kahvehane açıldı. Ancak bunlar, cemiyet ve toplum için gerçekten yararlıydı. Peçevî'nin dediği gibi, halk buraya sadece kahve içmek için gelir ve kahvesini içerken de yararlı konularla oyalanırdı.
İlk kahvelerde sedirlerde oturulurdu. Kahvelerin ortasındaki fıskiyeli mermer havuz, özellikle yaz aylarında tiryakiler için eşi bulunmaz bir serinlik kaynağı idi. Bunun çevresinde yer alan sedirler yahut kerevetler üzerinde diz çökerek, bağdaş kurularak kahve içilirken, meddahların anlattığı hikâyeler dinlenirdi.
Ocaklar çiniden veya oyma süslemeli, nakışlı ağaçtan yapılırdı. Fincanların durduğu raflar, çerçeveler, tahta işçiliğinin ve Türk süsleme sanatının en güzel örneklerinden birini oluştururdu. Kullanılan fincanlar kulpsuzdu. Ancak içindeki kahvenin sıcaklığıyla elin yanmaması için tahtadan, metalden ya da boynuzdan bir kılıf içinde sunulurdu. Lüleci çamurundan yapılmış ve üzeri süslü, be­yitler yazıalı fincanların yanı sıra, İznik ve Kütahya'da yapılan çini fincanlar da kullanılmaktaydı.

Bir Kahve.jpg

İstanbul'da bir kahve.

Daha sonraki devirlerde XVI. yüzyıl sonlarında kahvehanelere karşı bir düşmanlık oluştu. Bunun nedenini, iyi özelliklerinin kaybolmasında aramak gerekir. Gerçekten kahvelerde kumar oynanmaya, soygunlar yapılmaya ve hattâ adam öldürülmeye başlanmış, bu nedenle gerçek tiryakiler, semtine uğramaz olmuşlardı. Bu yüzden Sultan Üçürcü Murat zamanında çıkarılan bir fermanla, bütün kahveler kapatıldı. Gizli işletenler için türlü ağır cezalar kondu. Kahve de, şarap gibi haram madde olarak telâkki edildi. Ancak bu genel kapatma çok sürmedi, kahveler gene çalışmaya başladı. Bunda bir kısım kahvelerin aynı zamanda berber dükkânı oluşu da büyük rol oynamıştır. Çalışmalarını kısıtlayıcı bir sürü yasağa rağmen, kahvehaneler daima müşteri bulabiliyorlardı. Sultan Dördüncü Murat, zamanında kahvelere göz açtırmadı. Şiddetli yasaklar koyması bir yana, kendisi de bizzat tebdil gezerek kontrol etti, yasaklara uymayanları şiddetle cezalandırdı. Bunun doğal bir sonucu olarak her gün işitilen kötü olaylar, yavaş yavaş duyulmaz oldu ve kahvehaneler gene eski nitelikleri kazandılar.
XVII. yüzyılın sonları ve XVIII. yüzyıl başlarında İstanbul'un çeşitli yerlerinde yeniçerilere özgü kahveler açıldı. Bunların kapısına, oraya devam eden yeniçeri ortasının, örneğin balık, kılıç, gemi gibi sembolleri asılır ve bir orta, diğer ortanın kahvesine gidemezdi. Başlangıçta buralar yeniçeriler için kahve içilen ve sohbet edilen bir yerdi. Ancak daha sonraları soysuzlaşan Yeniçeri Ocağı ile birlikte değişti, içinde türlü yolsuzlukların yapıldığı, cinayetlerin işlendiği birer batahkane haline geldi.
Sultan İkinci Mahmut, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırırken, kahvehaneleri de ihmal etmedi. Bütün yeniçeri kahvelerini kapattı. Diğerlerinin çalışmasına izin verdi.

Yüz Yirdmi Yıl önce Bayezitte Bir Kahve.jpg

Yüzelli yıl önce Bayezit'te bir kahve.

SEMAİ KAHVELERİ

Kahvelerden bahsederken, özellikle ramazanda ve kış aylarında faaliyet gösteren semai kahvelerini unutmamak gerekir. O çağlarda İstanbul'un hemen her büyük semtinde bulunan kahvelerde kış ve ramazanlardan bir ay önce hazırlıklara başlanırdı, önce kahvehane özel bir itina ile süslenirdi. Duvarlar yaldız çerçeveli, yangın kulelerinin, balıkçı kayıklarının, deniz kızlarının resimleriyle bezenir, tavana boydan boya renkli kâğıtlardan yapılmış zincirler asılırdı. Kahvehane, tulumbacıların da uğrağı olan bir yerse, duvarlardan birinin göze çarpacak bir yerine, tulumbanın boru, fener, baskı kollarından biri konurdu.
Semai kahveleri, yıllarca, bitmek tükenmek bilmeyen uzun kış gecelerine ayrı bir renk katmış, sosyal hayata canlılık getirmiştir. Mahalleli, akşam yemeğinden sonra birer ikişer burada toplanmaya başlardı. Önce herkes kendi aralarında konularını konuşur, sonra renk renk kâğıtlar, yapma kağıt çiçeklerle süslenmiş özel sedirinin üstünde günün moda şarkılarını çalan saz heyetini dinlerdi. Uzun bir fasıldan sonra ortaya bir halk şairi çıkar ve bir mâni söylerdi, içinde bir bilmece saklayan bu mâni, kahvedekileri düşündürür, bazen bir bilmecenin çözümü haftalarca sürerdi. Söylenen mâni, ağızdan ağıza bütün mahalleye yayılır, herkes bir yanıt bulmaya çalışırdı.
Bu arada başka semtlerden gelenler de mâniyi çözmek için çaba gösterirdi.
Eğer bütün ramazan boyu, bilmeceyi kimse çözememişse, son gece şair mânisini kendisi açıklar, gelenlere de teşekkür ettikten sonra kahveyi kapatırdı. Mânileri çözenler olursa, para, ipekli kumaş, şal gibi hediyeler verilirdi.
Bu kahvelerin en tanınmışları Beyazıt'ta, Çeşmemeydanı'nda, Fatih'te, Tophane'de, Firuzağa'da ve Üsküdar'da Yeniçeşme'de bulunuyordu. Semai kahveleri, yirminci yüzyılın hemen başlarında tamamen ortadan silinmiş olmakla beraber, Ahmet Rasim ve Osman Cemal Kaygılı'nın eserlerinde bütün canlılığıyla hâlâ yaşamaktadır.

Nargile icenler-1900ler.jpg

Kahve önünde nargile fokurdakanlar.

OYUNCU LONCASI KAHVELERİ

Bunun yanısıra oyuncu loncası kahveleri de o çağların bilinen kahve türleri arasına girer. Özellikle esnaf, sanatkâr ve oyuncuların devam ettiği bu kahvelerde, geceler hayli renkli geçerdi. Çeşitli yerlerden gelen karagözcüler, burada hünerlerini gösterir, meddahlar hikâyelerini burada anlatırdı. Bu kahvelerin, esnaf odası gibi, kethüdası, erkân ustası, kabzımalı, lonca heyeti bulunur ve bu heyet, kahvenin bağlı bulunduğu loncanın dertlerini, çözüm bekleyen sonuhlarını incelerdi.
Oyuncu loncasına bağlı sanatçıların toplandıkları kahveler içinde en büyüğü Mısırçarşısı'nın Paçacılar Kapısı'na giden caddede, Çavuşoğlu Çıkmazı'ndaki Bahçeli-kahve'dir. Sonraları burası kapanınca, Beyazıt'ta Simkeşane içinde ve Galata'da bahçeli bir kahvede toplanmaya başladılar, içlerinde karagöz oynatılan ve çeşitli sanat gösterileri yapılan bu kahveler de diğerleri gibi, bu yirminci yüzyılın başlarında tamamen tarihe karıştı.

Sokak Berberi 1900ler.jpg

Sokak berberleri.

KIRAATHANELER

19. yüzyılın ikinci yansında yeni bir tip kahve türedi. Buralarda gazete, dergi, kitap okunuyor, adına «kıraathane» deniyordu. Özellikle aydın kişilerin devam ettiği yerlerdi buraları. Bilinen ilk kıraathane, bugünkü Beyazıt'ta Reşit Paşa türbesinin karşısında açılmıştı. «Sarafim» ya da «Okçularbaşı» adını taşıyordu. Buraya gelenlerin çoğu vakitlerini okumakla geçirirdi. Özellikle ramazan ge­celeri, Namık Kemal, Sadullah, Ayetullah, Arif Hikmet, Hasan Suphi, Tevfik Paşa ve Ahmed Muhtar gibi devrin tanınmış şair ve ilim adamları toplanır, devrin meselelerini tartışırlardı.
Bilinen diğer bir kıraathane de Mahmutpaşa Camii civarındaydı. Okçularbaşı ile aynı yıllarda açılmıştı. Buraya din adamları ve ulemâ devam ederdi. Müdavimleri arasında bilinenler Ali ve Hafız Müşfik Efendiler, Abdi Bey, Ethem ve Bekir Sami Paşalardır. Özellikle ünlü satranççılar, birbiriyle burada karşılaşırdı.
Asya Kıraathanesi 1850-60 yıllan arasında Galata'da açılmıştı. Gümrüğe yakın oluşu sebebiyle özellikle Galata gümrüğü memurları ve gümrük komisyonculan ile buralarda işleri olanlann devam ettikleri bir yerdi. Aynı adı taşıyan bir başka kıraathane de Sultan İkinci Abdülhamid devri sonlarında Üsküdar Selmanağa mahallesinde açılmış, ancak devrin bütün meşhur kumarbazlarını sinesinde topladığı için kısa bir süre sonra kapatılmıştır.
Son yanm asrın meşhur kahveleri arasında Beyazıt'ta «Küllük», Şehzadebaşı halkevinin altında özellikle müzisyenlerin devam ettiği, konserlerin verildiği «Darüttalim», Sirkeci Vakıf Han'da «Borsa», Beyazıt'ta cami yanındaki kahve, Cağaloğlu'ndaki «Meşrutiyet Kıraathanesi», Galata'da «Kemeraltı», Yenicami arkasında «Bahçelikahve» en önemli yerleri oluştururlar. Bunların çoğu, istimlâkler sırasında tarihe karışmış, birkaçının yerine dükkân yapılmıştır.

TARİHİ İSTANBUL KAHVELERİ

Bugün İstanbul'da yaşlan yüz ilâ yüz elli yıllık birkaç kahvehane vardır. Bunlar Pierre Loti, İsmail Ağa, Çınaraltı, Eftalopos kahveleri ile Boğaziçi kıraathanesidir.

İsmail Ağa Kahvesi:

Bugün sadece Kanlıca kahvesi diye bilinir. Boğaz'ın Anadolu yakasında Kanlıca vapur iskelesi yanında bulunan bu kahve, Sultan İkinci Mahmut zamanında Vezir İskender Paşa vakfından ahşap olarak yapılmıştır. Kahvenin bilinen ilk sahibi İsmail Ağa (Sipahioğlu) dır. Açılışından 35 yıl sonra İstanbul'un sayılı kahveleri arasına girmiş ve bütün kahve meraklılarını içinde toplamaya başlamıştı. Bu ünü sağlayan da bizzat İsmail Ağa'dır, Yakınlarının anlattığına göre, İsmail Ağa, çok titiz bir adamdı. Kahveye çok meraklı olduğu için, kahveyi bizzat kendisi alır, kendi eli ile öğüttükten sonra büyük fincanlar içinde müşterilerine ikram ederdi. Bu arada kahveden anlamayan, yahut kahvenin içinde bir başka madde olduğunu iddia edenleri: «Madem kahveden anlamıyorsun, burada işin ne?» diyerek nezaketle kapı dışarı etmekteydi.
Bugün, Kanlıcalı yaşlıların hangisine sorarsanız, size hemen İsmail Ağa'nın meşhur titizliğini anlatırlar.
İkinci Dünya Savaşı sırasında kahvenin çeşitli yabancı maddeler ile karışık satıldığını gören İsmail Ağa, kahveyi beş, on kez yıkar, ondan sonra öğütürmüş...
İsmail Ağa 1955 yılında ölünce oğlu Şevket Sipahioğlu tarafından işletilmeye devam edilen kahve, hâlâ ününü korumaktadır. Yalnız devrin gereği, bazı değişiklikler yapılmıştı. İsmail Ağa'nın değirmeni ile Atatürk gibi ünlü misafirlerine kahve ikram ettiği kallâvi fincanlarından birisi saklanmaktadır.

Boğaziçi Kıraathanesi:

Daha çok yaz aylarında çalışan bu yer, Beylerbeyi vapur iskelesinin yanındadır. Dişbudak, meşe ve çınar ağaçlarının gölgelediği küçük bir alan üzerine kurulmuştur. Mazisi zok eskidir. 150-180 yıllık olduğu tahmin edilmektedir.

Ikinci Mahmut Cesmesi.jpg

Beylerbeyi Sultan İkinci Mahmut Çeşmesi.

Sultan İkinci Mahmut, babasının yaptırdığı Beylerbeyi Camii'ni onartırken, görüp, beğenildiği bu kahvehaneye bir de çeşme yapılmasını emretmiştir. Halen kahvehanenin ortasında bulunan bu çeşme, üç metre yüksekliğinde ve dört cephelidir. Cephelerinin birinde Keçecizâde îzzet Molla' nın yazdığı altı beyitlik manzum bir kitabe bulunmaktadır. Kitabe şöyledir:
Sultan İkinci Mahmut'un Tuğrası’nın altında;
Edip fermanın icra âb-ı şemşiriyle Hân-ı Mabmûd
Harîm-ı beytini tathir kıldı Hayy-ı ma'bûdun
Getirdi zemzemi emr eyleyince Fâtih-i Ka'be
Bu yolda sa'yi meşkûr oldu el-hak ebr-i pür-cûdun

Revân-ı vâlid için eyledi bu çeşmeyi îcâd
O şehinşâhın oldu ekseri bu hayr-ı mevcûdun

O bahr-ı lûtfle İskender Ieb-teşne tartılsın
Terâzi-yi hıredde yoksa farkı kulzüm-i vürûdun
İlâhi vâlid-i şâh-ı cihana sahn-ı cennetde
Neşimengâh ola sû-yi kenârı havz-ı mevrûdun

hakk-ı merve yokdur birsözüm İzzet târîhe
Safâ-yı bal ola iç zemzeminden Hân-ı Mahmûdun
1226

Günümüz Türkçesi ile çeverisi şöyledir:
Mahmut Han kılıcıyla emredip suyu akıtarak
Allah’a ibaret yerinde onu temizleyerek belirledi
Kabe’nin fatihi emrederek Zemzem’i getirdi
Bu yolda cömertçe harcayarak çalışması takdir edildi doğrusu

Annesine sevap akması için bu çeşmeyi yaptırdı
Bu hayır o şahlar şahının çoğu hayırlarından oldu

O denizler kadar lutuflarıyla susamış dudakları karşılaştırılsın
Akıl terazisinde farkı yoksa Kızıldenize yakınlığından
Cihan padişahının annesinin cennetteki yeri
Hoş rüzgarlı olsun bu yapılan havzanın suyunun kenarı

Merve hakkı için ey İzzet, tarihine bir sözüm yoktur
Mahmut Han’ın Zemzem’inden iç bal olsun neşelen
1811-12

Kahve 1929 yılından beri doğma, büyüme Beylerbeyli olan Muhsin Açık tarafından işletilmekte, tavladan başka oyun oynanmamaktadır.

Çınaraltı Kahvesi:
Boğaz'ın Rumeli yakasında Emirgân'da kurulan bu kahvenin de tarihi çok eskidir. Yaşı bilinmeyen bir yüce çınarın altında kurulu açık hava kahvesi iki yüz yıllık bir maziye sahiptir. Eskiden halk, cuma günleri Tokmakburnu üstündeki koruda eğlendikten sonra, buraya gelir ve bir yorgunluk kahvesi içtikten sonra, yoluna devam ederdi. Bu arada Boğaz'ın nefis manzarası ile birlikte boğazdan geçen gemiler de seyredilirdi.
Devrin büyüklerinin ve meşhurların köşkleri, bu civardaydı. Bunlardan bilinenleri on dokuzuncu yüzyılda Hıdiv İsmail Paşa, Koca Reşit Paşa ve Şerif Apdullah Paşa'ya ait olanlardır. Kahvenin içinde Hümaşah Kadınefendi adına yapılmış yedi cepheli bir mermer çeşme bulunmaktadır.

Emirgan Cesme.jpg

Emirgan çeşmesi.

Caminin karşısındaki meydanda sekiz köşeli üstü açık bir meydan çeşmesi vardır. Çeşme Sultan Birinci Abdülhamid tarafından yaptırılmıştır ve dört cephesinde birer çeşmesi bulunmaktadır. Tamamen çevresel olarak mermerle kaplanmış ve üzeri kapartma Rokoko süslerle bezenmiştir.Dört cephesinde celî sülüs ile birayet-i kerîme bölünerek yazılıdır.Diğer köşelerdeki birer kıtalık ta’lik hat ile yazılmış olan tarih kitâbeleri Yesârî Mehmed Esad Efendi tarafından mermer üzerine hakkedilmiştir. Hattat Mehmed Esad Efendi sol el ile yazı yazdığından “Yesârî” adıyla tanınmaktadır. H.1213 (M.1798) tarihinde ölmüş ve Fatih’de İfraziye yokuşundaki Tetimme civarında Dudu Abdüllâtif Efendi medresesinde Abdüllâtif Efendi’nin yanına gömülmüştür. Oğlu Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi tanınmış hattatlardandır. Çeşmenin dört yüzündeki kitâbelerin metinleri aşağıdadır:
Birinci yüzünde:
“Aynen fîhâ tüsemma’ selsebîlâ”
Güzîde menba-ı cûd a’ta ser çeşme-i ihsan
Sahib-ül atıfet zıllı zalîl halik-ü zevalmen
Şahenşah-ü cihân Abdülhamid Han adâletgâr
Olur vasf-ı cemîlinde zebân-ı natıka elgin
1179
Günümüz Türkçesi ile anlamı:
Bu seçkin büyük çeşmeyi cömertlik kaynağı ile ihsan etti
Şefkat sahibi koruyucu Allah’ın gölgesi
Cihanın şahlar şahı adaletli Abdülhamid Han
Güzel huyu ile gariplere söyler
1179
İkinci yüzünde:
“Ve min el-ma-i külle şey'in hayy”
Bu zîbâ çeşmenin her katre âb’ı hesabınca
Vere bari Hüdâ rûz cezade eser-i müstahsin
Zebân-ı lülesi atşâna’ der tarihini Tevfîk
Muhammed aşkına gel iç su bu nev ayn-i sâfîden
1197
Günümüz Türkçesi ile anlamı:
Bu güzel çeşmenin her damla suyu hesabınca
Yaratan Allah mahşerde yaptığı eserin karşılığını versin
Lülesinin dili susamışlara tarihini söyler ey Tevfik
Muhammet aşkına gel iç bu yeni saf ve temiz sudan
1197
Üçüncü yüzünde:
“Rabbenâ âtenâ min ledûnke rahmeten ve heyyi' lenâ min emrinâ reşedâ”
Dördüncü yüzünde:
Heba etdi bu çeşme ecrini enlara cami’i veş
Ola ervahı şâd-ü cennet ola köşe-i medfûn
Sefa-yı kalb ile hak padişahı eyleşüb da’im
Gözden âzâd olalar şehzâdegân ve dohterân âmin
1197
Günümüz Türkçesi ile anlamı:
Bu çeşmeye cami gibi gibi parasını harcadı
Ruhu şad olsun, yattığı yer cennet olsun
Allüh padişahın makamını kalp huzuru ile sürdürtsün
Gözden uzak olan şehzâdeler ve kızlarıyla, âmin
1782

Beşinci yüzünde:
“Ve sekâhüm Rabbühüm şerâben tahârâ”
Altıncı yüzünde:
Fîhâ aynün ca’riyetün
Yedinci yüzünde:
Bina etdi bu zîbâ çeşme-i sâr nûr-u bahşâyı
Akıtdı âb-ı nâb-ı ta ola gencüde fahren
Beferman hüda şehzadesi Sultan Mahmud’la
Hümâşah valide kadın çün etdi cenneti mesken
Günümüz Türkçesi ile anlamı:
Bu güzel nur saçan güzel çeşmeyi yaptırdı
Akıttı şarabı askerinin şerefi uzun sürsün
Sultan Mahmut Allahın yardımıyla şehzadesi ile
Annesi Hümâşah için cenneti mesken yaptı
Sekizinci yüzünde.
Üstte besmele, onun altında Sultan Birinci Abdülhamid’in tuğrası ve onun da altında ise “Maşallah” yazısı bulunmaktadır.

Pierre Loti Kahvesi:

Adırı ünlü Fransız yazarı ve Türk dostu Pierre Loti'den alan bu kahve, Eyüp'te Haliç'e bakan yüksek bir tepenin üzerindedir. Açılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak semt yaşlılarının onlattığına göre, 150 yıllık olduğu tahmin edilmektedir. Yazar Pierre Loti'nin gelişine kadar semt sakinlerinin toplandığı basit ve küçük bir kahve olmaktan ileriye gidemeyen bu yer, bugün adını dünyaya duyurmuş ve çeşitli ülkelerden «gelen turistlerin ilk ziyaret ettikleri yerlerden biri olmuştur. Pierre Loti, nefis manzarasıyla kendisini büyüleyen bu Kahveye sık sık gelir ve Haliç'e bakan bir masada meşhur Aziyadg romanını yazarmış. Bugün burası tipik bir Türk kahvesi haline getirilmiş ve kahvenin önüne Pierre Loti'nin küçük bir büstü konmuştur.

Piyer Lotu Kahvesi.jpg

Piyer Loti kahvesinin eski bir fotografı.

Ne var ki, şimdi, kahve, Pierre Loti'nin tasvir ettiği o içli, lirik ve romantik manzarasını, maziye karışan yıllarla birlikte kaybetmiştir. Özellikle Pierre Loti'nin uzun uzun bahsettiği güzel ahşap köşkler, sayfiye evleri tarihe karışmıştır. Bu değişmi, en güzel şekilde Benoit Braun adlı bir Fransız yazan dile getirmiştir.
Benoit Braun, kahveyi ziyaret izlenimlerini şöyle anlatıyor:
«... Yokuşlardan tırmandık. Manzara, Eyüp'tekinden daha güzel... Yol boyunca, bitmek bilmeyen mezarlar var... Üzerlerindeki kitâbeleriyle, terkedilmiş, kırık, andıkları unutulmuş ölülerin binlerce mezarı...
Vadiden uzaklara bakarak, boşuna Pierre Loti'nin anlattığı güzel ahşap köşkleri, sayfiye evlerini bulmaya çalışıyorduk. Onların yerini kırmızı kiremitli çatılar ve duman savuran bacalarıyla fabrikalar almıştı. Bununla beraber bir adacık oluşturacak kadar sarı çiçekli, dar bir alan gördüm.
Sonra çamurlara batarak tepeye, Türk tarzı giyinmiş genç deniz subayının nargile içmeye, yazarların romanlarını tasarlamaya, belki de peçeye bürünmüş bir kadının, bir çocuğun yolunu gözlemeye gittiği kahveye gittik.
Küçük kahve, yerli yerinde duruyordu, fakat kapısı kapalıydı...»
Diyerek anlatmaktadır. Doğal olarak kahve günümüzde daha modern bir görünümdedir. Fakat manzara oldukça değişmiştir.

____________________________________________________________________________________

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 13)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 12)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 11)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 10)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 9)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 8)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 7)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 6)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 5)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 4)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 3)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 2)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 1)

Eski İstanbul (Bölüm 28) SON Eski İstanbul (Bölüm 27)

Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 25)

Eski İstanbul (Bölüm 24) Eski İstanbul (Bölüm 23) Eski İstanbul (Bölüm 22) Eski İstanbul (Bölüm 21)

Eski İstanbul (Bölüm 20) Eski İstanbul (Bölüm 19) Eski İstanbul (Bölüm 18) Eski İstanbul (Bölüm 17)

Eski İstanbul (Bölüm 16) Eski İstanbul (Bölüm 15) Eski İstanbul (Bölüm 14)

Eski İstanbul (Bölüm 13) Eski İstanbul (Bölüm 12) Eski İstanbul (Bölüm 11)

Eski İstanbul (Bölüm 10) Eski İstanbul (Bölüm 9)

Eski İstanbul (Bölüm 8) Eski İstanbul (Bölüm 7) Eski İstanbul (Bölüm 6)

Eski İstanbul (Bölüm 5) Eski İstanbul (Bölüm 4) Eski İstanbul (Bölüm 3)

Eski İstarbul (Bölüm 2) Eski İstarbul (Bölüm 1)   Nusretiye Camisi

   İstanbul Namazgâhları-6   İstanbul Namazgâhları-5   İstanbul Namazgâhları-4

   İstanbul Namazgâhları-3   İstanbul Namazgâhları-2   İstanbul Namazgâhları-1

   Yeni Cami Hünkâr Kasrı   Cami Alemleri   Sadaka Taşları

   Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme   Sıbyan Mektebleri

   Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3)   Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)

   Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 1)


Çeşitli Konular

Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmiştir.

© 2011-2019 | H.Veysel Güleryüz