


"Eski İstanbul" kitabının Osmanlıca baskısının birinci sayfası..

Kapak yazılarının günümüz Türkçesiyle içeriği...
İÇİNDEKİLER 
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Halil Bey  Efendi hazretleri tarafından sunulan övgü yazısı
Bizans tarihiçisi Mösyö Şarl Dil (Charles  Diehl) tarafından armağan edilen giriş yazısı
Dr.  Mordtmann'ın Celâl Esad'a Mektubu 
BÖLÜM 1 
Bizans. Tarihsel Bilgi. 
1.  Osmanlı Fethine Kadar Şehrin Târihi 
2.  Sultân İkirci Mehmet Han ve Fetih Hazırlıkları 
3.  İstanbul'un Fethi 
BÖLÜM 2 
Bizans'ın Topografyası. 
1.  Dâireler 
2.  Sokaklar ve Meydanlar 
3.  Bizans’ın Çevresi 
4.  Adalar 
5.  Surlar ve Kuleler 
6.  Kapılar 
7.  Haliç Surlarının Kapıları 
8.  Marmara Surlarının Kapıları 
BÖLÜM 3 
Bizans Sanatı ve Yapıları. 
1.  Bizans Sanatı 
2. Bizans Kiliseleri 
Ayasofya 
Aya  İrini Kilisesi 
Küçük  Ayasofya Camisi 
İmrahor  Camisi 
Kariye  Camisi 
Blakhernae  Kilisesi 
“Aya  Andrea” Koca Mustafa Paşa (Sünbül Efendi) Camisi 
Theotokos “Meryem” veya “Aya  Theodore” 
“Tiron”  Kalender Camisi 
“Aya  Theodosia” Gül Camisi 
“Pammakaristos”  Fethiye Camisi 
3. Bizans Sarayları 
Büyük  Saray 
Bukoleon  Sarayı 
Magnaura  Sarayı 
Blakhernae  Sarayı 
Konstantinos  Porphyregennetos Sarayı
Hipodrom  (At Meydanı) 
Octogone  veya Tetradision 
4.  Bizans Hamamları 
5. Abideler 
Büyük  Theodosios'un Dikilitaşı 
Burmalı  Sütün 
Örme  Sütun (Mıknatıslı Sütün) 
Konstantinos  Sütunu (Çenberlitaş) 
Arkadios  Sütunu 
Markianos  Sütunu (Kız Taşı) 
Gotlar  Sütunu 
İustinianos'un  (Jüstinyen) Heykeli 
6. Su  Kemerleri ve Sarnıçlar 
Bizans  Evleri 
Bizans  Zamanına Ait Yapılar ve Terihleri 
Bizans Yapılarıyla Aynı Devirde  Yapılan Binalar 
      
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Halil Bey Efendi hazretleri tarafından sunulan övgü yazısı
Öteden beri eski eserler bilimi ile ve özellikle bunun Bizantiyen devrine ait bölümüyle meşgul olan Celâl Esat Bey incelemelerinin sonucu olarak eski Bizans ile Osmanlılar’ın zamanına ait İstanbul şehrinin târihcesiyle topografyasını ve bütün eski eserler ve güzel yerlerini içermek üzere «Konstantiniye» adıyla meydana getirdiği resimli güzel eserinin yayınlanmasını herkes gibi ben de cidden alkışlamışdım. Bu eser aslında Türkçe yazılmış olduğu halde o zamanlar dilimizde bastırılması mümkün olamadığından yazarın kendisi tarafından Fransızca’ya tercüme edilerek dört yıl önce Paris’de yayınlanmıştı. Hattâ ilgili büyük ilim adamlarından Mösyö Dil (Diehl) ve Doktor Mortiman (Mordtmann) gibi değerli kişiler bile bu eseri değerli bularak başına biri uzun bir giriş yazısı, diğeri bir mektup koyarak içeriğinin önemini okuyucusuna bildirmiş olduklarından bu konuda fazla bir şey söylenemez. Bu kez Celâl Esat Bey Efendi eserlerinin aslı olan Türkçe’sini de yayınlamayı başardığından dolayı kendisini kalpten samimiyetimle tebrik ederim. Bu konuda yazılmış ilk ciddi kitaptır. Bütün İstanbullular’a ve İstanbul hayranlarına bu değerli armağanı veriyorlar ki elimizde güvenilir bir kılavuz olacağı gibi ulusal tarihî eserlerimizin dikkatle korunması konusunun önemine de etkisi olacağını kesinlikle umarım. Celâl Esat Bey Efendiye bundan dolayı da teşekkür borçluyuz.
Halil Ethem
Yazarın Fransızca olarak yayınladığı kitaba Paris Üniversitesi hocası ve tanınmış Bizans tarihiçisi Mösyö Şarl Dil (Charles Diehl) tarafından armağan edilen giriş yazısı
İstanbul’a ait [yabancı dillerde] pek çok bilimsel ve güzel kitaplar yazılmıştır. Bunların bir kısmı çok kısa ve diğer kısmı da özellikle İstanbul’un eski eserleriyle ilgilenen uzmanlara özgü olacak şekilde ayrıntılıdır. Celâl Esat Bey’in eseri bu iki sınıf eserin ortasında bulunuyor. İşte eserin başlıca temeli ve üstünlüğü ve hatta diyebiliriz ki yeniliği bu özelliği nedeniyledir
Celâl Esat Bey bu eseriyle dahi, uzman konumundan  çok şimdiye kadar bu konuya ilişkin olarak yapılmış olan inceleme ve araştırmaların  tümünü bilen bir bilgin konumunda bulunduğunu gösteriyor. Eseri, Bizans  hakkında elli yıldan beri oluşa gelen bilimsel incelemenin, değerli sonuçlarını  içeren yararlı bir özetidir.
        Yazar kendi ülkesinin durumunu ve  göreneklerini yabancılardan çok bildiği ve bazı yerlere girmek için kolayca izin  alabildiğinden Sultan Ahmed Câmisi çevresindeki evlerin bahçelerinde bazı kazılar  yaparak Bizans Sarayı’nın temellerini incilemediğinden dolayı belki de biraz üzgünüz.
        Fakat Celâl Esat Bey’in eserini araştırmalar  ve buluntulara ayırdığı ve bu eserde ancak eski Bizans’a ait tarihsel bilgiyi  ve eski eserleri doğrudan özetlemek ve anlatmak amacıyla toplamak istediğinden  bunu tümüyle başarmış ve Mösyö Mortiman (Mordtmann)’ın  haritasından daha ayrıntılı ve tamam bir Bizans haritası yaparak düşüncemize  göre Bizans’ın eski durum ve şeklini geniş açıklamalar ve çeşitlilikle yaşatmıştır.
        Eserde doğal olak bazı eksiklikler, bazı  hata ve noksanlar var olduğu gibi batılılarca da biraz garip  görülecek kadar fazla milliyetçilik gösterilmiştir.
        (1908) yılındaki devrimden önce bu gibi geniş  çapta yapıları ve eski eserleri incelemenin ve hattâ resimlerini çekmenin ne  kadar zor ve hatta suç olduğu ve hiçbir desteğe sahip olamadığı düşünülürse, yazarın  bu konuda rastladığı zorluklara karşı sarf etdiği gayret göze çarpar.
        Şimdiye kadar İstanbul’da bulunan Rum uzmanları  ile batının Fıransız, Alman, İngiliz bilginleri Bizans’a ait bilimsel  incelemeyi kendilerine maletmiş gibiydiler.
        Eski eserler konusunda Hamdi Bey’in yaptığı  gibi şimdi de bir diğer Osmanlı’nın bilimsel inceleme alanında kendi ülkesine bu  şekilde bir yer kazandırması sevinçle karşılanılacak bir durumdur.
        İtiraf ederim ki bu kez de bu eserin  Fransızca olarak dilimizde yayınlanması beni bir kat daha sevindirmiştir.
        Yazarı, kendi eserinin Türçesinden  tercüme etmişdir. Aynı zamanda, bu tercümenin değerini eserin incelenmesinden  anlayacak ve ihtiyacımız olup da bizde mevcut olmayan büyük bir eseri  yazdığından dolayı Celâl Esat Bey’e müteşekkir kalacağız. Bize, Hıristiyanlık  Bizansı ile Müslüman İstanbul’un tarihsel devirlerini içindeki şanlı görünüşü  ve azameti ve eserlerindeki güzelliği gösteren bu kitap, çok açık, doğru ve gereksiz  derecede uzun olmamakla beraber ne bir kılavuz kadar sade ve ne de bilimsel  inceleme ve araştırmada bulunacakların ihtiyacı olmayacak kadar yüzeyseldir.
      Şarl Dil (Charles Diehl)
      
Kitabın  Fıransızcası hakkında Bizans ve eski eser bilimi uzmanlarından Doktar Morkiman (Mordtmann)’in  gönderdiği mektubun tercümesidir.
      Büyükada,  Ağustos 1907
Celâl Esat Bey’e
        Azîzim.
        Çoktan beri özellile bir eksikliği gideren  İstanbul hakkındaki açıklamalı eserinizi tam bir beğeni ile okudum.
        Bizans devri ile onu izleyen dört yüzyılı  içeren böyle mükemmel eseri meydana getirmeye bir buçuk yüzyıldan beri Hammer  ve Skarlos Bizantiyos (Scarlatos  Byzantios)’dan sonra kimse cesaret edememişti. Şu son seneler içerisinde  birçok uzmanın geride kalan eserlerle Bizans topografyasını incelerek bu bilime  yepyeni bir şekli vermişlerdi. Siz de son beş yüzyıldan berı oluşturulan önemli  eserleri inceleyerek Hammer ve Skarlatos Bizantiyos (Scarlatos Byzantios) tarafından bırakılan boşlukları tamamlamış  bulundunuz. Eserinizde on beşinci yüzyıldan öncesine kadar olan devir hakkında yapılan  araştırmaları özetledikten sonra herkesin hayretini çeken Osmanlı mimari  eserleri hakkında geniş açıklama toplayıp bunların bir de gerçek târihçesini  yaptınız ve Osmanlı mimarlık sanatının sahip olduğu her zaman artan isteğe karşıt  düşen kıymetli bilgiyi içeren bir eser oluşturmak üstünlüğünde bulundunuz.  Eserinizden dolayı candan teşekkürlerimle tebriklerimi kabul etmenizi rica  ederim.
        Doktor Mortiman (Mordtmann)      

Konu 1 -Tarihsel Bilgi
        Atina ve Roma şehirleri kadar meşhur  olan ve Osmanlı fethine kadar Bizans adıyla anılan İstanbul, gerek siyasal yeri,  gerek coğrafi konumu dolayısıyla Orta Çağ’ın en büyük ve en önemli bir  medeniyet merkeziydi.
      Bizanslılar bu şehire Byzantion, Nea  Roma (Yeni Roma), Konstantinoposis (Constantinopolis) bile derlerdi [1]
[1) Daha sonraları Araplar bu şehri Kostantiniye ve Ferok diye adlandırmışlar ve Türkler de İslâmbol, Der-sa’adet, Der-âliye ve Asitâne isemleriyle adlandırmışlardır. Fakat asıl genel olarak kullanılan ismi İstambul’dur ki bu da Bizanslılar’ın fetihden önce (şehirde) anlamında kullandıkları ve bâzı yazarlara göre de Constantinopolis kelimesinin hafifletilmişi olarak kabul edilen Stin-polis’den geldiği anlaşılıyor.
İstanbul, Avrupa ve Asya kıtaları gibi  en önemli iki kıtanın ve Boğaz İçi ile Marmara Denizi ve Haliç  gibi güzellikleriyle seçkin olan üç denizin birleştiği noktada bulunur. 
        Dünyada hiçbir şehir bu kadar benzersiz  bir coğrafi konuma, bu kadar önemli bir ticari konnuma sahip değildir.
        Doğada benzerine ender rastlanılan  Boğaziçi tarih öncesi zamanlardan beri insanların dikkatini çekmiş ve bu güzel ülkeyi  elde etmek için bir çok kavgalar, savaşlar olmuştur.
      Boğaziçi’ne Bizanslılar Bosporus (Bosphoros) derlerdi. Bu tanımlama  Yunanca öküz anlamında olan (Bouç) ile geçit anlamında olan (Popoç) kelimelerinden  geliyor. Yani Öküz Geçidi deniliyor.  Bu şekilde tanımlamanın kaynağını aramak için Yunan Mitolojisine göz atmak gerekir.  Söylentiye göre Argolid (Argolis) hükümdarı İnakhos’un kızı, Yunanlıları tanrısı olan Zeus yani Jüpiter  tarafından sevilerek onu bir buzağı şekline sokmuş ve bundan haberi olan eşi  Juna’nın kızgınlığından kaçarken Bogaziçi’ni bir kıyıdan diğerine yüzerek  geçmiş imiş [2].
[2]  İnakos (İnakhos) bir Fenikeli olup bir süre Mısır’da oturduktan sonra  birçok Mısırlı, Fenikeli ve Araplarla birlikte Mora yarımadasına gelerek İsa’nın  doğumundan 1850 sene önce bir devlet kurmuş ve bu devlete Argolid (Argolis) adı verilmiştir. Bir söylentiye göre de Döküleyon (Deucalion) tufan  zamanında dağa çıkmış ve daha sonra devleti oluşturmuştur. Yarı tanrı sayılan  bu kralın İyo (İo) isminde bir kızı olup Yunanlıların tanrısı Zeus  (Jüpiter) bu kızla sevişmek için ve eşi olan Hera (İuno) bunu kıskandığından  Jüpiter onu saklamak üzere buzağıya dönüştürmüş. Hera bu gizemi anlayınca bu  buzağıyı istemiş ve Jüpiter de reddedememiş. Hera buzağıyı Argos’un gözetiminde  hapsetmiş. Merkür isimli tanrı ise yüz güzeli bekçisini düdükle uyutarak  kafasını kestikten sonra İyo (İo)’yu kurtarmış. Bundan haberi olan Hera,  İyo’ya bir karasinek musallat etmiş ve çaresiz prenses bu sinekten kurtulmak için  bütün dünyayı dolaşmış ve sonunda Mısır’a kadar gelmiş ve sanki Mısırlılar’ın İziz (İsis) diye andıları tanrı bu imiş. 
      İyo’nun  eski ressamlar tarafından yapılmış, inek halinde birçok tabloları vardır.
Boğaziçi Yunanlılar’ın Pont-Oksen (Pont-Euxin) dedikleri Karadeniz ile Propontis dedikleri Marmara Denizi’ni birbirine bağlar.
                                          
        Fenikeliler Karadeniz’e kuzey denizi anlamında  Aşkenas (Achkenas) derlerdi.  Bizanslılar bu deyimleri Oksinos (Euxinos)’a  dönüştürmüşlerdir. Bunun Rumcada anlamı ise misâfirperver demektir. Hâlbuki  gemiciler için çok tehlikeli sayılan Karadeniz’e misâfirperver deyiminin  denizin perisini kızdırmamak için üstü kapalı olarak söylenilmiş olması akla gelmektedir. Fenikeliler için Karadeniz çok ürkütücü ve tehlikeli  bir deniz sayılır ve orada seyahate çıkanlar ölümü göze alırlardı. Hattâ  boğazın civarında bulunup bizim Garipçe dediğimiz köye onlar Garibdiz (Charybdis) yâni derinlik veya ölüm  kapısı derlerdi. O zamanki yazarlar Boğaziçi’nin Çanakkale boğazıyla beraber  Dokaliyon (Deucalion) zamanındaki bir tufan sırasında açıldığı fikrindeydiler. [3]
[3] Yunan mitolojisinde Dokaliyon (Deucalion), Promete (Promethaus) denilen yarı tanrının oğlu ve Pirra (Pyrrna)’nın eşidir. Bunlar zamanında büyük bir tufan olmuş ve bu nedenle onlardan başka yeryüzünde insan kalmamış. Bunlar Parnas dağı üzerine sığınmışlar ve tufandan sonra gaibden gelen emir gereğince yerden aldıkları taşları arkalarına attıkça, Dokaliyon (Deucalion)’un attıklarından erkek ve Pirra’nın attıklarından kadınlar oluşmuş ve böylece dünyayı yeniden yerleştirmişler. Yazarlar mitolajide geçen bu tufanı İsa’nın doğumundan 1600 sene öncesine bağlıyorlar.
        Gerçekten Boğaziçi’nin doğal durumuna  bakılırsa burasının Üçüncü Devirde yanardağ etkisiyle açılmış olduğuna karar vermek  gerekir.
        «Boğaziçi»’ne eski Yunanlılar «Simplgari» yani  biribiriyle çarpışan kıyılar adını vermişler ve boğazdan ilk kez mitoloji kahramanlarından  Ereklis’in (Herkül) ve sonra «İason»’un ve «Argonaut [4]»’lerin geçtiğinden bahsetmişlerdir.  Bu kahramanların, boğazın darlığından ve çıkıntıların içeriye ve dışarıya  uzamasından dolayı, geçmenleri çok güç ve zahmetli olmuştur [5].»
        [4] [Yunan  mitolojisinde Teselya’da Pilyüon (Pelion) dağının ağaçlarından (Aladin ağacı) Argu adında bir gemi yapılarak Gelus yakınında  bulunan eski İvlegus (Euligus) iskelesinden bu gemi ile Karadeniz’e sefere giden kahramanlara «Argonafetis (Argunautes)» adı verilmiştir ki anlamı  «Argu seferberleri» demektir. Yukarıda adı geçen Argunaut’ların başkanı, İolkos  şehri soyundan İyason (İason) idi.  Bu seferden amaçları Gürcistan kralının elinde bulunan sırma tüylü keçi postunu  ele geçirmekti. Mitolojideki söylentiye göre Boğaziçi’nin her iki sahili  Argonat (Argunaut)’ların gelişine  kadar bibirleriyle çarpışırken Argu’nun geçişinde çarpışma ve uğraşmaları son  bulmuştur. Bu sölentiden de anlaşılıyor ki eski Yunanlılar Boğaziçi’ni yakından  görmeden ve iyice bilmeden girintilerini abartarak birçok örneklerle süslemişlerdir]  Târih-i Sultan Mehmed Hân-ı Sânî: Karistovelos: Karolidi.
        [5] Târih-i  Sultan Mehmed Hân-ı Sânî: Karistovelos. Târin-i Osmânî Encümeni Mecmuası. 2  sahife 21.
        Karadeniz’in boğaza yakın kıyılarında rastlanılan  bazalt sütunları ve mağaralar, her iki kıyının tabakları arasındaki benzerlik  ve ilişki, arazinin volkanik olduğuna kuşku bırakmayan bu arazi bölümünün  birçok doğal olaylardan etkilendiğini gösterir.
        Karadeniz’in tarih öncesi bir göl  olduğunu düşünürsek bu gölün suları toprağın hareketinden etkilenerek çöken  Boğaziçi vadisini izlemeye başlamış ve böylece Marmara ve Akdeniz’le kavuşması  sağlanmıştır.
        Boğaziçi’nde akıntılar her zaman Karadeniz’den  doğru gelir. Bu akıntılar Sarayburnu’nda ikiye ayrılarak biri Marmara Denizi’ne  diğeri de Galata önlerinde Haliç’den gelen suların karşı koymasıyla geri dönmek  üzere Haliç’e doğru akar. Boğazın boyu 27 kilometredir. Eni en geniş 3.200 ve en  dar 550 metredir. [Rumeli ve Anadolu Hisarı arası]. Boğaziçi’nin derinliği ise en çok118 metredir. Haliç’in eski ismi Hırisokeras (Chrylso Keras)’dır. Altın anlamına gelen (chryso) ve boynuz anlamına  gelen (keras) kelimelerinden oluştuğu görülür. Buna daha sonraları ve hattâ günümüzde  Avrupalılar Altın Boynuz anlamında (Korn dor) Corna d’or derler [6].
        Yazar Esterabon (Strabon) (Lib.VII,6) buna boynuz denilmesinin nedenini Haliç’in  Kağıthane ve Alibey Köyü sularıyla beraber bir geyik boynuzuna benzerliğinden  olduğunu söylediğini, Çihaçef (Tchihatchef) «Bosphore» isimli eserinde anlatıyor. Gene aynı yazar  Yunan mitolojisindeki İyon (İon)’un  kızı olan Karaesa (Karaessa)’ya  dayandırılarak verildiğini anlatılan söylentiyi de doğru bulmuyor.
      Herhalde en büyük gemileri bile  barındırmaya uygun olması deniz ticaretince önemi nedeniyle altın ve şekli için  de eskiden beri taşınan keşkül (7) ve boynuza benzerliği nedeniyle Altın-Boynuz  anlamında Hırisokeras (Chrylso Keras)  adı verildildiği sanılmaktadır.
[6] Haliç yaklaşık on bir kilometre kadar uzun ve ortalama olarak 450 metre enindedir. En derin yerini Çihaçef (Tchihatchef)«Bosphore» isimli eserinde 34 metre olarak veriyor.
(7) Keşkül: Eskiden dervişlerin ve dilencilerin kullandıkları hindistan cevizi kabuğu veya abanozdan yapılmış kap, dilenci kabı.
İstanbul tarih öncesi zamanlarda bile bir yerleşim  yeriydi. Kuruluşu Megaralılar’a dayandırılan Bizans şehrinde daha önceleri Trak toplumu yerleşmişti  [8].
        Vaktiyle Kalkedonya Chalcédonie denilen  şimdiki Kadıköy çevresinde ise Fenikeliler yerleşmişti. Bunların Moda’da bir  ticaret iskelesi vardı.
        Kadıköy denilen Kalkedon ismi Fenike dilinde Yeni Şehir  anlamında Khalki don deyiminden geldiği sanılmaktadır.
        Kadıköy’ün bir ismi de Haliç’den önce anlamında Perokeratis  (Prokeratis)’dir.  Yunanlılar tarafından kurulan ve yapılan Kadıköy, Boğaziçi’nin bütün Anadolu kıyısına  hâkim olan küçük bir devletin yönetim merkesiydi. Platon’un öğrencilerinden  olan Yunan filozofu tanınmış Ksanokerat, İsa’nın doğumundan (406) yıl önce  burada doğmuştur.
        Kadıköy, İran hükümdarı Dara’nın ordusu tarafından  işgal olunduktan sonra İsa’nın doğumundan 74 sene önce Romalılar’a geçmiş ise  de arası çok geçmeden Romalılar’a savaş ilan eden Pontus hükümdarı yedinci Mihridad (Mithridates) tarafından zabt edilmişdir.
        Roma İmparatorluğu zamanında bir süre bağımsızlığını  korumayı başaran Kadıköy daha sonra İskitler (Scythe) tarafından işgal  olunmuş ve sonunda Bizanslılar’a geçmiştir. İran ordusunun (610 ve 626)  İstanbul’u kuşatması sırasında Keyhüsrev ve askerleri tarfından zabt edilmiş daha  sonra gene Bizanslılar’a geçmiştir.
[8] Sonradan Maltepe, İç Erenköyü ve Moda ile Yarım Burgaz’da tarih öncesi çağlara ait mağaralar, tümülüsler ve hicret devrine ait çakmak taşından yapılmış alet ve takımlar bulunmuştur. Hatta Rumeli demir yolu hattının yapımı sırasında eski Bizanslılar’ın akropolü olan Topkapı sarayı içinde siklop devrine ait duvarlara rastlanılması buraların Bizanslılardan önce yerleşik olduğuna bir delildir.
Anadolu kıyılarında bulunan Beykoz, Kolkida’ya (Kolkhis) seyahat eden Argonatlar (Argonautlar) zamanında bile tanınmış  bir şehir idi. İstanbul’un yapılmasına gelince, İsa’dan 658 yıl önce Megara [9] şehri halkı yeni  bir ülke oluşturmak için seçeecekleri yer hakkında hatifden (10) bilgi  istemişlir. Bunlara «Körlerin memleketi  karşusında» denilmiş. O zaman Megaralılar, başkanları Bizas (Byzas) komutası altında İstanbul’a kadar gelmişler ve şimdi Topkapı Sarayı’’nın bulunduğu  yere çıkarak, oradan Kadıköylüler’in bu güzel yerde bir şehir yapmayıp da  Kadıköy’ün yerini seçmelerindeki hatalarından dolayı kendilerine kör gözüyle  bakarak «İşte hatifden gelen sesin dediği  körler memleketi şu karşısıdır ki onlar bu yerin güzellik ve yararlılığını  görememişler» diye o yerde bir şehir oluşturmasına karar vermişlerdir. Fakat  bu hikayenin doğruluğuna inanılamaz. Megaralılar’ın burada bir şehir oluşturmalarından  önce burası ıssız ve tenha bir yer olmayıp milattan sekiz yüz yıl kadar önce  burada Yunanlılar bulunuyordu. 
        Tarihsel hikayelerin bize verdiği anlatımlara göre  Bizans şehri mîlattan 658 yıl önce yani hicretten 1241 sene önce Megaralılar  tarafından oluşturulmuştur. Bu şehrin coğrafi durumu çok çabuk gelişme ve yükselmesine  neden olmuş ve az zaman süresince diğer Yunan şehirleri derecesine gelmiştir.
[9] Megara şehri  Yunanistan’da Korint (Korinthos) kanalı  civarında Megaris denilen küçük bir devletin yönetim merkeziydi (başkenti).
      (10) Hatif  (gaib): Sesi işitilip de kendisi görülmeyen, seslenici, çağırıcı. gaipten haber veren melek. 


        İlk olarak bir kral tarafından yönetilen Bizans  hükumeti daha sonra asiller ve daha sonra da oligarşi (12) aracılığıyla yönetilmiştir.
        Bizans şehri Avrupa ile Asya kıtalarının geçit  yerinde bulunması nedeniyle İsa’nın doğumundan beş yüzyıl önce İranlılar’la  Atinalılar arasında başlayıp süren Mediya (Media) savaşlarının etkisine  uğramış ve bu nedenle çok zarar görmüştür. 
        İran hükümdarı birinci Dara (Darius) bütün ordusuyla  Anadolu Hisarı’na kadar gelerek oradan gemiler üzerinde kurduğu bir köprü ile  Rumeli kıyısına geçmiş ve Bizanslılar’ın terk ettikleri Bizans şehirlerini kuşatarak  zabt etmişti. Bizans, İranlılar’ın yönetiminde çok süre kalmadı. Milattan 479 yıl  önce oluşan Plate savaşını izleyerek Ispartalılar’ın komutanı Pozaniyas (Pausanias) tarfından zapt olundu. «Oligarşi» sûretiyle yönetilen Bizans hükümeti o zamandan  beri Yunanistan hükûmetleri arasında süre gelen iç çekişmelerin etkisinde  kalmıştı. Atinalı General Simon, Bizans şehrini Lasedamonyalılar’ın (Lakedaimonialılar) elinden almış ise de az zamanda Atinalılar sınır dışı edilmişti. 
        Mîlattan 408 yıl önce gene Atina generallerinden tanınmış  Alkibild (Alcibiade) bu şehri daha sonra kıtlık ve pahalılık etkiyle  zabt etmiş ve fakat gene Ispartalı Lizandr’ın (Lysandre) elde etmesi üzerine  Bizans şehri Lasedamonyalılar’a (Lakedaimonialılar)  iade edilmişdi. 
        O zaman yönetim şekli «Demokrasi» tarzına dönüşen  Bizans, Atinalılar’la Ispartalılar arasında süregelen bu savaşlar sırasında daima  kuvvetli olan tarafa yönelmeleri sayesinde varlıklarını koruyabilmişti.
      Makedanya hükümdarı Filip (Philippos), Bizans’ı Prentiyenler’e (Perinthoslular) yardım etti diye kuşattığı zaman Yunanlılar asker göndererek (milattan önce  340) tarihinde şehri kurtarmışlardı. [11]
[11] Filip’in (Philippos) İstanbul’u kuşatması sırasında bir karanlık  gecede ay ışığının (mehtabın) oluşmasıyla düşman ordusunun şehre yaklaştığı  görülerek savunma yapılmış ve böylece kurtarılmış olduğundan, o zamandan beri  Bizanslılar’ın bayraklarında hilali kabul etmiş oldukları, bazı kitaplarda  görülüyor. Osmanlıların hilali, fetihden sonra kabul etdiklerine dair kesin delillere  rastlanılmamıştır. Fakat herhalde Osmanlılar’ın da fetihden önce hilali  taşıdıklarına dair târih kitaplarından bir sonuç çıkartılabilir.
      (12) Oligarşi: Siyasî gücün birkaç kişilik bir grubun elinde toplandığı yönetim,  aristokrasinin daralmış biçimi, takım erki.
O zamanlar Yunanistan’ın bütün şehirleri iç  savaşlardan yorulmuş ve tükenmeye başlamıştı. Yalnız Bizans, kendi sağlam duvarları  ve her zaman kuvvetli tarafı tutmak gibi akıllı politikası sayesinde eski durumu  ve konumunu koruyabilmişti. Romalılar doğu savaşları sırasında Bizans hümümetinin  bağımsızlığını kabul etmişler ve yalnız boğazdan geçen gemilerden Bizanslılar’ın  aldıkları vergiyi almakla yetinmişlerdir. Bizans, birkaç yüzyıl bağımsızlığını  korudu. Roma imparatoru Vespasiyen (Vespasien) Sisam, Rodos ve diğer bazı  yerlerin Roma’ya katılımı sırasında Bizans’ı da Roma eyaletleri arasına aldı.
        Hıristiyanlığın yayılması için ilk olarak  İstanbul’a gelip Galata tarafında dini yayan ve Ruslarca adı çok büyük bir saygıyla  anılan azizlerden Sent Andre’nin (Saint Anderas) İstanbul’a gelmesi  bu zamanlara rastlar.
        Bizans bir Roma eyaleti sırasına geçtikden sonra  eski durumunu muhafaza etmişse de Roma generallerinden Septim Sever (Septimus  Sevèrus) diğer Roma generali Peseniyus Niger’le (Pescennius Niger) kıskançlıktan  doğan savaş sonucunda Bizans’ı kuşatmıştır. Tarihte çok meşhur olan bu kuşatma  üç yıl sürmüş ve İstanbul halkı fareleri ve hatta ölenlerin atlarını bile yemek  durumuna gelmişlerdir. Kadınlar yay yapmak için saçlarını kesmişler ve sonunda  şehir dayanamıyarak kapılarını açmıştır.
        Septim Sever (Septimus Severus) şahrin koruyucularını,  düşman tarafını tuttuklarından dolayı, kılıçtan geçirmiş ve Bizansın tüm  hukukunu elinden almış ve hattâ Roma İmparatorluğunun Asya barbarlarına karşı  en önemli bir engelini oluşturan şehrin surlarını tümüyle yıktırarak yerle bir etmiştir. 
      Septim (Septimus) daha sonra bu  hareketinden pişman olmuş ve oğlu Karakalla’nın (Carakalla) önerisi ve isteği  üzerine şehri yeniden inşaya karar vermiştir. O zaman inşaata başlanmış ve yeni  yeni sokaklar açılarak yeni saraylar, hamamlar ve kaleler inşa edilmiştir. O vakit  Bizans şehri Roma İmparatoru Mark Avre’nin (Marcus Aurelus) manevi babası Antonen (Antoninus) ismine dayanarak Antoniyon (Antonion) olarak anılırdı. [13]
[13] Topkapı Sarayı Müzesi’nde Antonya (Antoninia) ismi kazılı taş parçaları vardır.
________________________________________________________________________________________
Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3)
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 1)
Elektronik Dünyazı Yazıları için aşağıdaki linklere tıklayabilirsiniz.
Sitemizde yer alan "Elektronik Böcek" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer alan "Sivrisinek Kovucu" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer alan "LED Süsleri" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer ayan "LED'lerle İki Devre" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer ayan "LED'li Göstergeler" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
©2011- 2016 | H.Veysel Güleryüz
Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmektedir.
      
      © 2011-2016 | H.Veysel Güleryüz